30 Aralık 2013 Pazartesi

GEZİ YAZISI (SEYAHATNAME) TÜRÜ, GEZİ YAZISININ ÖZELLİKLERİ, GEZİ YAZISI NEDİR?


GEZİ YAZISI (SEYAHATNAME) TÜRÜ, GEZİ YAZISININ ÖZELLİKLERİ, GEZİ YAZISI NEDİR,gezi yazıları nerelerde yayımlanır,gezi yazılarında önemli olan nedir,ekonomik faaliyetler gezi yazılarında anlatılır mı,evliya çelebi seyahatnamesi,
GEZİ YAZISI (SEYEHATNAME-SEFARETNAME)


Bir yazarın gezip gördüğü yerleri inceleyerek yazdığı yazılardır.
 Gezilen yerlerle ilgili bilgi ve izlenimlere yer verilir. Gezi yazılarında gezilen yerlerin doğal güzellikleri, orada yaşayan insanlarının gelenek, görenek, ekonomik faaliyetleri ve zevkleri tanıtılmaya çalışılır.
 Okurların genel kültürlerini arttırmak, gezilen yerler ile ilgili bilgi vermek amaçlanır.
Gezi yazıları dikkatli bir gözlem gerektirir.
Bu yazı türünde gezip görülen yerler anlatılır, düşlere yer verilmez.
Eski edebiyatımızda seyahatname, sefaretname gibi isimler alır.

 Önemli Gezi Yazısı Yazarları:
   Evliya Çelebi Seyahatnamesi
 Katip Çelebi --Cihannüma
   Piri Reis--Kitab-ı Bahriyesi
   Seydi Ali Reis--Mir'at-ül Memalik'i
   Ahmet Haşim--Frankfurt Seyahatnamesi
   Mustafa Said Bey--Avrupa Seyahatnamesi
   Ömer Lütfi--Ümit Burnu Seyahatname
    Abdurrahmah Efendi--Brezilya Seyahatnamesi
    Mehmed Hurşid Paşa--Seyahatname-i Hudud'u
    Nabi-- Hicaz Seyahatnamesi
    Şirvanlı Ahmed Hamdi Efendi Seyahatnamesi
    Ubeydullah Efendi--Amerika hatıraları
    Yirmisekiz Mehmed Çelebi--Fransa Sefaretnamesi


EMREDİCİ ANLATIM NEDİR?EMREDİCİ ANLATIMIN ÖZELLİKLERİ-EMREDİCİ ANLATIM NASIL YAPILIR?

emredici anlatımın özellikleri,emredici anlatım nasıl yapılır,emredici anlatımın nitelikleri nelerdir,trafik kuralları emredici anlatım,emredici anlatımın genel özellikleri,kullanım kılavuzu emredici anlatım,DİLİN ALICIYI HAREKETE GEÇİRME İŞLEVİ

EMREDİCİ ANLATIM


Açıklayıcı ve öğretici yönleri bulunan emredici anlatımda emir, öneri, telkin anlamı taşıyan ifadeler yer alır. Bu tür anlatımda dil, "alıcıyı harekete geçirme" işleviyle kullanılır.
Sosyal yaşamın düzenlenmesinde, trafik kurallarında, bazı eşyaların kullanma kılavuzlarında, ilaçların kullanma kılavuzlarında emredici anlatım kullanılır.

Emredici Anlatımın Özellikleri:

1. Dil alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır.
2. Emir, telkin, öneri anlamı taşıyan ifadelere sıkça yer verilir.
3. Öğretici ve açıklayıcı yönleri vardır.
4. Bu tür anlatımın bulunduğu cümlelerde fiiller hakimdir.
5. Uyulması beklenen bir anlatımı vardır. (Zorlama anlamı vardır)
6. Sosyal hayatın düzenlenmesinde ortaya konulan kurallar emredici anlatımla verilir.
7. Trafik kuralları, bazı eşyaların kullanma kılavuzları, ilaçların kullanma kılavuzları (prospektüsler) emredici anlatıma örnek verilebilir.

28 Aralık 2013 Cumartesi

DESTANSI ANLATIM-EPİK ANLATIM-DESTANSI (EPİK) ANLATIM

destansı anlatım nedir,epik anlatım nedir,destansı anlatımın özellikleri,destansı anlatımın genel özellikleri,destan türü nedir,destan türünün tarihsel gelişimi,destansı anlatım türü,epik anlatım türü,destansı epik anlatım,epik destansı anlatım

DESTANSI ANLATIM-EPİK ANLATIM-DESTANSI (EPİK) ANLATIM


Destansı anlatım; yiğitlik, savaş ve savaş sahneleri, kahramanlık gibi konuların anlatımında sıkça başvurulan bir anlatım yöntemidir. Bu anlatım türünde yakıp yıkmalar, vurup kırmalar gibi savaş ve kanga sahnelerin ön plandadır. Bu bakımdan okurda coşku, yiğitlik ve savaş arzusu  uyandırır. Sürekli bir hareketin söz konusu olduğu bu anlatım türünde abartmaya (mübalağaya) çokça yer verilmektedir. Türk edebiyatında, epik anlatıma sıkça rastlanır.

Destan, manzum olarak (şiir şeklinde) söylenen ya da yazılan uzun bir hikayeye dayanmaktadır. Günlük hayatı aşan bir anlatım türüdür. Destanlar ve epik anlatım için yakın çağ pek elverişli bir zaman dilimi değildir. Çünkü destanlar, geçmiş zamanlarda yaşanan halkı derinden etkileyen olayların anlatıldığı edebi bir türdür. Bu bakımdan toplumların manevi mirasıdır destanlar. Ancak her toplumun kendine ait doğal bir destanı bulunmayabilir. Bizde ise pek çok doğal destan bulunmaktadır: Manas Destanı, Ergenekon Destanı, Göç Destanı, Türeyiş Destanı vb. Bu durum bize atalarımızın başından birçok -ama doğal ama düşmanlar tarafından yaşatılan- felaketin geçtiğini düşündürmektedir. Destanlar başlangıçta sözlü olarak oluşturulan, daha sonra bilinmeyen bir sanatçı tarafından yazıya geçirilen bir edebi türdür.

TARİHTE BUGÜN 28 ARALIK

Köyümde Ne Gördüm,tarihte 28 aralık,28 aralıkta neler oldu,28 aralıkta hangi ünlüler doğdu,28 aralıkta hangi ünlüler öldü,28 aralık tarihinin anlamı nedir,28 aralıkta yaşanan önemli olaylar,28 aralık 1878 Tay Bridge,28 aralık 1908 tarihinde neler yaşandı,28 aralık tarihinin önemi

TARİHTE 28 ARALIK GÜNÜ YAŞANAN ÖNEMLİ OLAYLAR


  • 1612 Galileo Galilei, Neptün'ü keşfeden ilk astronom oldu fakat yanlışlıkla onu bir yıldız olarak tanımladı.
  • 1869 ABD’li William E. Semple, sakızın patentini aldı.
  • 1878 Dundee (İngiltere) yakınlarındaki bir demiryolu köprüsü (Tay Bridge) çöktü: 75 kişi buzlu sularda boğuldu.
  • 1897 Edmond Rostand'ın yazdığı "Cyrano de Bergerac" adlı oyun Paris'te gösterime girdi.
  • 1908 İtalya'nın güneyinde Sicilya adasındaki Messina kentinde Avrupa'da gerçekleşmiş en büyük deprem meydana geldi. 100 bini aşkın insan hayatını kaybetti.
  • 1929 Resimli Ay dergisi yazarı Emin Türk Bey (Eliçin) "Köyümde Ne Gördüm" başlıklı yazısı nedeniyle tutuklandı.
  • 1938 Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi.
  • 1960 Yazar Reşat Nuri Güntekin'in ölümünden dört yıl sonra ''Son Sığınak'' adında yeni bir romanı ortaya çıktı.
  • 1967 Kıbrıs Türk toplumu, adada ''Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi''ni kurdu.
  • 1970 Devrimci Gençlik Dernekleri federasyonu, Dev-Genç üyesi İlker Mansuroğlu yaşamını yitirdi. Mansuroğlu, 5 gün önce, pusuya düşürülerek kurşunlanmıştı.
  • 1973 Aleksandr Soljenitsin, Sovyet hapishanelerini anlattığı "Gulag Takımadaları" adlı eserini yayımladı.
  • 1973 İsmet İnönü devlet töreniyle Anıtkabir'e defnedildi.
  • 1975 Türk-Sovyet işbirliğiyle inşa edilen İskenderun Demir-Çelik Tesisleri, Başbakan Süleyman Demirel ve Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksey Kosigin'in de katıldığı törenle açıldı.
  • 1976 Öğrenciler arasında çıkan olaylar nedeniyle İstanbul Üniversitesi Fen, Hukuk ve Edebiyat Fakülteleri kapatıldı.
  • 1979 Kahramanmaraş katliamının yıldönümünde derse girmeme eylemine katılan 1711 öğretmen görevden alındı.
  • 1981 ABD'li ilk tüp bebek Elizabeth Jordan Carr, Norfolk-Virjinya'da dünyaya geldi.
  • 1989 New South Wales-Avustralya'da 5,6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi: 13 kişi öldü.
  • 1989 Yüksek Öğretim Kurulu üniversitelerdeki başörtü yasağını kaldırdı.
  • 1991 Türkiye'de ilk Kürtçe gazete Rojname yayımlandı.
  • 1993 İdamla yargılanan Sarp Kuray ilk duruşmada serbest bırakıldı. Kuray "Partizan Yolu" ile "16 Haziran Hareketi" adlı örgütlerin kurucusu ve lideri olmaktan yargılanıyordu.
  • 1995 Yargıtay, 12 Eylül'den sonra açılan 359 sanıklı Devrimci Yol davasında verilen kararı onayladı.
  • 1996 Hakkında 2 yıl kesinleşmiş hapis cezası bulunan Aczmendi Müslüm Gündüz, müridi olan bir kadın ile İstanbul'da yakalandı.
  • 1996 Erzurum Palandöken'de facia: Çığ düşmesi sonucu 6 çocuk kayakçı öldü.
  • 1997 Ankara Metrosu açıldı.
  • 1999 Saparmurat Niyazov, kendisini Türkmenistan'ın yaşam boyu lideri ilan etti.
  • 2011 Türkiye-Irak Sınırı'na terör örgütüne yönelik bombardıman düzenlendi. Bombardıman sonucu 35 kişi hayatını kaybetti. Ölenler ise terör örgütü mensubu değil, kaçakçılık yapan sivil köylülerdi.

24 Aralık 2013 Salı

KPSS 2014 Sözel Mantık Soruları ve Çalışma Notları-KPSS Sözel Mantık Konu Anlatımı-KPSS 2014 Sözel Mantık Soruları Nasıl Çözülür

KPSS sözel mantık soruları nasıl çözülür, kpss sözel mantık soruları çözüm tekniği, kpss sözel mantık sorularının çözümü, kpss sözel mantık soruları ales sorularına benziyor mu, kpss sözel mantık sorularının püf noktası,kpss sözel mantık sorularının anahtarı, kpss sözel mantık soruları ve çözümleri,kpss sözel mantık konu anlatımı

 KPSS 2014 Sözel Mantık Konu Anlatımı, Soruları ve Çalışma Notları yakında sitemizde olacaktır.

22 Aralık 2013 Pazar

COŞKU VE HEYECANA BAĞLI (LİRİK) ANLATIM-LİRİK ANLATIM-COŞKU VE HEYECANA BAĞLI ANLATIM

lirik anlatım nedir,lirik anlatımda dil hangi işlevde kullanılır,lirik anlatımda dilin işlevi nedir,lirik anlatım nasıldır,lirik anlatımda nelerden bahsedilir,lirik anlatımın özellikleri nelerdir,lirik anlatımda,lirik ne demektir,lirik şiir nasıl olur,lirik anlatım kişisel midir

COŞKU VE HEYECANA BAĞLI (LİRİK) ANLATIM KONU ANLATIMI

İnsan sadece düşünen bir varlık değildir. O, aynı zamanda duygulara sahip bir varlıktır. Bu duyguları da zaman zaman dşile getirmek ister insan. İşte bu duygular anlatılırken coşku ve heyecana bağlı bir anlatım gerçekleşir. Buna aynı zamanda lirik anlatım da denmektedir. 

Lirik anlatım çoğunlukla şiirlerde kullanılır. Bu anlatımda dil "sanatsal ve heyecana bağlı işlev"de kullanılır. Bu anlatımda hayale, söz sanatlarına, mecazlara ve ahenk unsurlarına fazlaca yer verilir. 

Lirik anlatımda kişisel duygular dile getirilir. Lirik anlatım düşünceden ziyade duygular ile ilgilidir. Divan edebiyatında ve halk edebiyatında birçok şair eserlerini lirik anlatımla oluşturmuştur.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE HALK ŞİİRİ VE TEMSİLCİLERİ-CUMHURİYET DÖNEMİNDE HALK ŞİİRİNİN ÖNEMLİ TEMSİLCİLERİ

Aşık Feymani,Aşık veysel Şatıroğlu,Şeref Teşlıova,Aşık Mahsuni Şerif, Murat Çobanoğlu,Abdürrahim Karakoç,Cumhuriyet döneminde halk şiirinin Genel özellikleri,cumhuriyet dönemi türk şiirinin önemli temsilcileri,cumhuriyet dönemi türk şiirinin temsilcileri
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK HALK ŞİİRİ 

Cumhuriyet idaresinin kabulüyle birlikte halk kültürüne büyük önem verilmiştir. Cumhuriyet döneminde de halkın duygu ve düşüncelerinin her zaman tercümanı olan halk şiiri yaşamaya devam etmiştir.


Cumhuriyet Dönemi Halk Şiirinin Özellikleri:
  • Halk şairleri eski geleneğe bağlı olarak usta-çırak ilişkisi içinde yetişmeye devam etmişlerdir.
  • Genel olarak saz eşliğinde ve belli bir ezgi ile şiir söyleme geleneğinin takipçisidirler.
  • Saz çalma geleneğine uymayıp sadece şiir yazan şairler de vardır. (Abdurrahim Karakoç gibi)
  • Bu dönem halk şairleri, şiirlerinde geleneksel konuların yanında güncel konuları da işlemişlerdir.
  • 19. yüzyıl halk şiirine göre Cumhuriyet dönemi halk şiirleri daha sade bir dille söylenmiştir.
  • 20. yüzyıl Türk halk şiirinde Divan şiiri etkisi ve Arapça-Farsça sözcüklerin kullanımı oldukça azalmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Halk Şiirinin Önemli Temsilcileri:
1. ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU (1894 – 1973)
  • Sivas’ın Şarkışla ilçesinde doğan şair, gözlerini yedi yaşında kaybetmiş ve öğrenim görememiştir.
  • Şiirlerinde vatan, toprak sevgisi ve aşkı gibi temaları ustaca işlemiştir.
  • Ahmet Kutsi Tecer tarafından keşfedilmiş, şiirlerini hece ölçüsüyle söylemiştir
  • Pek çok şiiri bestelenmiş, sadece türkü formunda değil pop müzik tarzında da söylenmiş ve geniş halk kitlelerine ulaşmıştır.
  • “Kara Toprak”, “Uzun İnce Bir Yoldayım” gibi şiirleriyle oldukça sevilmiştir.
  • Eseri:
  • Şiir: Dostlar Beni Hatırlasın
2. ABDURRAHİM KARAKOÇ (1932 – 2012)
  • Saz çalmamakla birlikte halk şiiri gelenekleri doğrultusunda eserlerini kaleme almıştır.
  • Politik taşlamalarıyla tanınan şair, “Mihriban” adlı şiiri oldukça beğenilmiş ve türk haline getirilmiştir.
  • Eserleri:
  • Şiir: Hasan’a Mektuplar, Haber Bülteni, Kan Yazısı, Vur Emri, Beşinci Mevsim
3. ÂŞIK MAHSUNİ ŞERİF (1940 – 2002)
  • Halkın sıkıntılarını toplumcu bir bakış açısıyla anlatmış, güncel siyaseti konu alan politik şiirler ve taşlamalar yazmıştır.
  • Şiirlerini saz eşliğinde söylemiştir.
  • Asıl adı Şerif Cırık'tır.
  • Eserleri:
  • Şiir: İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım, Bu Mezarda Bir Garip Var, Dom Dom Kurşunu, Yuh Yuh, Bizden Geriler
4. ÂŞIK MURAT ÇOBANOĞLU (1940 – 2005)
  • Âşıklık geleneğinin bir parçası olan türkülü hikayeler anlatma konusunda oldukça başarılıdır.
  • Kendi türkülerinin yanında usta malı türküleri de genç kuşaklara aktararak halk edebiyatı kültürüne katkıda bulunmuştur.
  • Kars'ta uzun yıllar sürdürdüğü âşık kahvesi işletmeciliği ile sanatkarları ve dinleyicileri buluşturmuştur.
  • Bir rüyasında bade içerek saz çalmaya ve şiir söylemeye başlamıştır.
  • Eserleri:
  • Şiir: Cumhuriyet Destanı, Öğretmen, Dertli Bülbül, Neyine Güvenemem Yalan Dünyanın, Yaradan
5. ÂŞIK ŞEREF TAŞLIOVA (1938 – …)
  • Günümüz saz şiirinin önde gelen temsilcilerindendir.
  • Şiirlerinde aşk, hasret, tabiat ve sosyal konuları işlemiştir.
  • Kars'ın Çıldır ilçesinde doğmuştur.
  • Eserleri:
  • Şiir: Ben Bir Şeyda Bülbül, Güzel Görünür, Gönül Bahçesi
6. ÂŞIK FEYMANİ (1942 – …)
  • Şiirlerinde tasavvufi deyişlere yer veren şair, atışma alanında büyük başarı göstermiştir.
  • Çukurovalı âşıklar arasında büyük saygınlığı vardır.
  • Önceleri "Çoban Osman" mahlası ile şiirler söylemiş; ancak daha rüyasında söylenen "Feymani" mahlası ile şiirler söylemiştir.
  • Eserleri:
  • Şiir: Ahu Gözlüm, Barışmam, Anadolum, Mevlana, Elveda, Bugün Bayramdır

CUMHURİYET DÖNEMİNDE COŞKU VE HEYECANI DİLE GETİREN METİNLER (ŞİİR) VE ÖZELLİKLERİ

Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri,Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin genel özellikleri, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin yapı özellikleri,Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin içerik ve anlatım özellikleri,Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin toplumcu gerçekçi yapısı
 
Cumhuriyet döneminde Türk şiirinin genel özellikleri şöyledir:

  • Şiirlerde kullanılan dil son derece anlaşılır ve yalındır.
  • Şiirde aruz ölçüsü büyük bir çoğunluk tarafından terk edilmiş ve milli ölçümüz olan hece ölçüsü yaygınlaşmıştır.
  • Ahmet Haşim, Yahya Kemal gibi bazı şairler aruz ölçüsüyle şiir yazmaya devam etmiştir.
  • Halk şiiri geleneği, Cumhuriyet dönemi Türk şiiri için en önemli kaynak olmuştur.
  • Şiirlerde destansı söyleyiş dikkati çeker.
  • Nutuk havası taşıyan didaktik (öğretici) şiirler de yazılmıştır.
  • Şiirlerde gurbet teması sıkça işlenmiştir.
  • Millet sevgisi, yurdu tanıtma ve yüceltme coşkusu şiirlerde önemli bir yer tutar.
  • Bu dönemde Anadolu insanını ve Anadolu’yu anlatan şiirler yazılmıştır.
  • "Beş Hececiler"in izinden giden Kemalettin Kamu, Behçet Kemal, Ahmet Kutsi, Ömer Bedrettin gibi şairler duygusal bir üslupla Anadolu’yu anlatmış, övmüşlerdir.
  • Anadolu’ya yönelme ilke durumundadır; ancak çoğu şair Anadolu’ya dıştan bakmıştır.
  • Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Fazıl Hüsnü, Cahit Külebi gibi şairler Anadolu’yu gerçekçi (toplumcu-gerçekçi) biçimde anlatmıştır.
  • Şiirde şekil ve içerik (muhteva) bakımından büyük değişiklikler olmuş, çeşitli şiir toplulukları ortaya çıkmıştır.
  • 1940 yılından sonra serbest şiirin yaygınlaştığı görülür.

21 Aralık 2013 Cumartesi

CUMHURİYET DÖNEMİNDE ÖNEMLİ DERGİLER-CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖNEMLİ DERGİLER

kültür haftası,papirüs dergisi,şiiratı,büyük doğu,ağaç dergisi,çınaraltı dergisi,varlık edebiyat dergisi,mavi dergisi,Markopaşa, Merhumpaşa, Malümpaşa, Alibaba, Yedi Sekiz Paşa, Hür Markopaşa,halkın dostları dergisi,hisar dergisi,CUMHURİYET DÖNEMİNDE ÖNEMLİ DERGİLER-CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖNEMLİ DERGİLER,
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖNEMLİ DERGİLER


Kültür Haftası (15 Ocak 1936-3 Haziran 1936): Peyami Safa ile İlhami Safa tarafından 1936 yılında yirmi bir sayı olarak yayımlanmıştır. Sanat, bilim ve edebiyatı “kültür” odağında birleştirmeyi, sağlamlaştırmayı esas alan, kültür meseleleri üzerinde yazılara yer veren bir dergidir. Dergi özellikle de roman ve köy edebiyatı üzerine tartışmalarla döneminde etkili olmuştur. En önemli meselenin "memleket edebiyatı" olduğuna dikkat çekilir. Dergide; Peyami Safa, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi imzalar görülür.

Ağaç (1936): Necip Fazıl Kısakürek’in on yedi sayı olarak yayımladığı dergidir. Ağaç’ta sezgici ve milli bir sanat anlayışı hakimdir. Dergide; Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı Tarancı gibi imzalar görülür.

Çınaraltı (1941-1944): Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç tarafından yüz altmış bir sayı olarak yayım­lanmıştır. "Türkçü" sanat ve fikir dergisidir. Dergide, Türk kültürü ve Türk tarihi üzerine yoğunlaşılmıştır. Dergi, Kırım Türkleri edebiyatının önemli ismi İsmail Gaspıralı'nın "Dilde, düşüncede, işte birlik." kuralını ilke edinmiştir. Çınaraltı’da Orhan Seyfi Orhan, Yusuf Ziya Ortaç, Halide Nusret Zorlutuna, Nihai Atsız, Peyami Safa, Behçet Kemal Çağlar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Zeki Ömer Defne, Tarık Buğra gibi imzalar, eserlerini yayımlamışlardır.

Varlık (1933-...) : Yaşar Nabi Nayır tarafından Ankara’da yayımlanmaya başlayan dergi, 1946′dan itibaren İstanbul’da yayımlanmaktadır. Türk edebiyatının en uzun soluklu dergisi olan Varlık, kendi çizgisinden ödün vermeden farklı dönemlerde değişik akımlara ve anlayışlara ev sahipliği yapmıştır. "Garip" anlayışına uygun ilk örneklere ve köy edebiyatı ürünlerine sayfalarında yer vermiştir. Dergi, günümüzde de yayımlanmaya devam etmektedir. Dergide; Abdülhak Şinasi Hisar, Attila ilhan, Behçet Necatigil, Cahit Sıtkı Tarancı, Cevdet Kudret, Ceyhun Atuf Kansu, Necati Cumalı, Nurullah Ataç, Orhan Veli, Sabahattin Kudret Aksal, Sait Faik, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi birçok yazar ve şairin ürünlerine yer verilmiştir.

Büyük Doğu (1943-1955): Necip Fazıl Kısakürek tarafından ilk sayısı yayımlanan dergidir. Büyük Doğu, kimi zaman bir dergi kimi zaman da bir gazete özelliği gösterir. Büyük Doğu; siyasi, edebi, fikri, aktüel vb. içeriklidir. Dönem dönem derginin siyasi ya da edebi yönü ağırlık kazanmıştır.

Markopaşa(1946-1950):  Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz tarafından halkçı, toplumcu gerçekçi bir anlayışla çıkarılan siyaset, mizah, hiciv dergisidir. Sürekli yasaklanan dergi; Markopaşa, Merhumpaşa, Malümpaşa, Alibaba, Yedi Sekiz Paşa, Hür Markopaşa gibi birçok adla yayın hayatını sürdür­müştür. 

Hisar: Munis Faik Ozansoy tarafından çıkarılan derginin ilk sayısı 1950′de yayımlanmış ve dergi, iki ayrı dönemde yayın hayatını sürdürmüştür: 1950 – 1957 arasında yetmiş beş sayı, 1964 – 1980 arası iki yüz iki sayı yayımlanmıştır. derginin ilkesi "eski şiirimizden, milli kültür ve edebiyatımızdan kopmadan yani ve güzel bir şiir sergilemek"tir. Türk edebiyatında uzun soluklu ve önemli bir dergi olan Hisar’da başta şiir olmak üzere pek çok edebi türle ilgili yazılar yer almıştır. Resim, müzik, sinema yazılarının da yer aldığı dergi, kendi çevresinde oluşturduğu Hisar topluluğuyla önem kazanmıştır. Hisarcıların en önemli sanat ilkesi “milli’” olanla “yeni”yi bir araya getirmek olmuştur. Gelenekten ayrılmayan bağımsız bir sanat anlayışını savunan Hisarcılar, Batı’nın taklit edilmesine karşıdırlar. Dergide; Mehmet Çınarlı, Munis Faik Ozansoy, İlhan Geçer, Turgut Özakman, Mustafa Necati Karaer, Gültekin Samanoğlu, Nevzat Yalçın, Mehmet Kaplan gibi yazar ve şairler eserler yayımlamışlardır.

Yaprak (1 Ocak 1949-15 Haziran 1950): Orhan Veli tarafından on beş günde bir yayımlanan dergidir. Dergi, gazete boyutunda tek yapraktan oluşmaktadır. Orhan Veli’nin ölümünün ardından arka­daşları tarafından Son Yaprak adlı özel bir sayı yayımlanmıştır. Dergide ağırlıklı olarak Garip anlayışına uygun ürünler yayım­lanmıştır. Yaprak’ta; Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi isimlerin ürünleri yer almıştır.

Türk Dili: Ankara’da 1951 yılında, Türk Dil Kurumu’nun aylık yayını olarak yayımlanan dergi, Türk dilinin ve edebiyatının en uzun soluklu dergilerinden biridir. Türk Dili dergisi; sadece dil konusunda yazılan makalelerin, yazıların, incelemelerin yayımlandığı bir dergi değildir. Bütün edebi türlere ait yazıların ve incelemelerin yer aldığı bir dergidir. Derginin çıkardığı özel sayılar ve verdiği ödüller derginin dile ve edebiyata katkısını daha da artırmıştır. Türk Dili dergisinde Doğan Hızlan, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Nurullah Ataç, Oktay Akbal, Orhan Hançerlioğlu, Peyami Safa, Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel, Suut Kemal Yetkin gibi birçok imza yer almıştır.

Mavi (1952-1956): Ankara’da yayımlanmaya başlamıştır. Mavi dergisi çıkış amacını derginin ilk sayısında açıklamış ve sayfalarının ulusal sanatı eserlerinde yansıtan sanatçılara açık olduğunu belirtmiştir. Mavi dergisinde, yirmi birinci sayısından itibaren yazmaya başlasa da, Mavi topluluğu denilince akla gelen ilk isim Attila İlhan olmuştur. Garip akımında ve daha önceki sanat anlayışlarına karşı çıkan Attila İlhan, toplumcu gerçekçi sanatın ne olduğunu anlattığı yazılarıyla derginin yönünü toplumcu edebiyata çevirmiştir. Dergide; Attila İlhan, Ahmet Oktay, Özdemir Nutku, Ülkü Arman, Ferit Edgü, Orhan Duru, Demir Özlü gibi imzaların eserleri yayımlanmıştır.

Papirüs (1966-1970): Cemal Süreya Seber'in çıkardığı dergidir. Dergi, yayın hayatına aralıklarla devam etmiştir. Cemal Süreya’nın imzasız başyazılarıyla dikkat çeken dergide, özellikle şiirler ve şiir üzerine yazılan yazılar yayımlanmıştır. Dergi, edebiyatımızı değerlendirmedeki başarısı, eleştirilerindeki nesnellik ile di,kkat çekmiştir. Papirüs’te Can Yücel Cemal Süreya, Mehmet H. Doğan, Turgut Uyar, Ülkü Tamer gibi imzalar öne çıkmıştır.

Halkın Dostları: İlk sayısı 1970′te Aylık Devrimci Sanat ve Kültür Dergisi alt başlığıyla İstanbul’da yayımlanan dergi, üçüncü sayıdan sonra Ankara’ya taşınmıştır. Dergiyi Ataol Behramoğlu ve İsmet Özel beraber çıkarmışlardır. Dergiye Süreyya Berfe, Özkan Mert, Asım Bezirci, Nihat Behram gibi imzalar da katkıda bulunmuşlardır.

Şiiratı: İlk sayısı Seyhan Erözçelik, Vural Bahadır Bayrıl, Osman Hakan, Orhan Alkayatarafından 1986 yılında yayımlanan dergi 1994′e kadar 7 sayı yayımlanmıştır. 2004′te tekrar yayımlanmaya başlanan Şiiratı dergisi, 1980 sonrası şiirin önemli toplanma yerlerinden biri olmuştur. Dergide Haydar Ergülen, Hilmi Yavuz, Vural Bahadır Bayrıl, Osman Hakan, Lale Müldür, Orhan Alkaya ve Seyhan Erözçelik gibi imzaların ürünleri yayımlanmıştır.

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖĞRETİCİ METİNLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ-CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖĞRETİCİ METİNLERİN TEMSİLCİLERİ

İSMAİL HABİB SEVÜK,SUUT KEMAL YETKİN,NURULLAH ATAÇ,CEMİL MERİÇ,SABAHATTİN EYÜBOĞLU,ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR,CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖĞRETİCİ METİNLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ,CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖĞRETİCİ METİNLERİN TEMSİLCİLERİ,CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖĞRETİCİ METİNLER

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖĞRETİCİ METİNLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ VE CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA ÖĞRETİCİ METİNLERİN TEMSİLCİLERİ

Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında öğretici metinlerin genel özellikleri şunlardır:
  • Cumhuriyet döneminde öğretici metinler bakımından büyük ilerlemeler kaydedilmiş; deneme, makale, gezi yazısı, hatıra, fıkra, eleştiri gibi alanlarda önemli eserler verilmiştir.
  • Öğretici metinlerin genel amaçlarına uygun olarak bilgi verme, düşündürme, açıklama amaçlanmış; metnin yapısı dil ve anlatımı, kullanılan motifler bu amaçlara göre belirlenmiştir.
  • Sanatçılar, Kurtuluş Savaşı’dan yeni çıkmış olan ülkenin Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda büyük bir kalkınmaya girişmesi sonucunda millete ve milletin kültürüne yönelmiş, eserlerde Anadolu ve Anadolu insanını anlatmışlardır.
  • Bu tür metinlerde günlük konuşma dilindeki Türkçe kelimeler, halk söyleyişlerindeki tamlamalar kullanılır; Arapça ve Farsça sözcüklere fazla yer verilmez.
  • Bu dönem yazarları, öğretici metinlerde terim ve kavramları, gündelik yaşama ait kelime ve kelime gruplarını kullanarak edebi bakımdan güçlü bir anlatıma ulaşmayı düşünürler.
  • Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı öğretici metinlerinde yazı dilinin konuşma diline yaklaştırılması, açık, sade ve anlaşılır bir dilin kullanılması daha fazla okura ulaşılmasını sağlamıştır.
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında öğretici metin türlerinde eserler kaleme alan önemli sanatçılar şunlardır:
1. NURULLAH ATAÇ (1898 – 1957)
  • Deneme ve eleştiri türünde oldukça başarılıdır. Hatta bu türlerde ustalaşmıştır.
  • Batılı anlamda ilk deneme ve eleştiri yazılarının sahibidir.
  • 1940’tan sonraki yazılarında Türkçeyi özleştirme çabası öne çıkar.
  • Eserleri:
  • Deneme-Eleştiri: Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Sözden Söze, Ararken, Diyelim, Söz Arasında, Okuruma Mektuplar.
  • Günlük: Günce.
2. SUUT KEMAL YETKİN (1903 – 1980)
  • Deneme ve eleştiriyle tanınmıştır.
  • Sanat, estetik, resim ve felsefe gibi alanlarda eserler kaleme almıştır.
  • Düşüncelerini açık ve yalın bir anlatımla yazmıştır.
  • Eserleri:
  • Deneme: Günlerin Götürdüğü, Edebiyat Konuşmaları, Edebiyat Üzerine, Düşün Payı, Yokuşa Doğru, Şiir Üzerine Düşünceler, Denemeler
  • İnceleme-Araştırma: Ahmet Haşim ve Sembolizm, Sanat Felsefesi, Edebiyatta Akımlar.
3. İSMAİL HABİP SEVÜK (1892 – 1954)
  • Milli mücadeleye destek veren önemli yazarlarımızdan biridir.
  • “İzmir’e Doğru” ve “Açıksöz” gazetelerinde başyazarlık yapmıştır.
  • Türk edebiyatı tarihi, anı, gezi yazısı gibi türlerde eserler yazmıştır.
  • Eserleri:
  • Edebiyat Tarihi – İnceleme: Türk Teceddüt Tarihi, Avrupa Edebiyatı ve Biz, Edebiyat Bilgileri
  • Gezi Yazısı: Tuna’dan Batı’ya Yurttan Yazılar
  • Anı: O Zamanlar
4. CEMİL MERİÇ (1917 – 1987)
  • Deneme türünün usta isimlerinden biridir.
  • Denemeleri dışında, edebiyat tarihi, felsefe, tarih çalışmaları ve çevirileri de vardır.
  • Eserleri:
  • Deneme: Bu Ülke, Mağaradakiler
  • Araştırıma-İnceleme: Umrandan Uygarlığa, Kırk Ambar, Bir Dünyanın Eşiğinde.
5. SABAHATTİN EYÜBOĞLU (1908 – 1973)
  • Deneme ustalarındandır.
  • Araştırma ve incelemeleri de vardır.
  • Eserleri:
  • Deneme: Mavi ile Kara, Sanat Üzerine Denemeler
6. ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR (1883 – 1963)
  • İstanbul’un lüks semtlerini ve Boğaziçi’ni, eski aşklarını, eğlencelerini anlatmıştır.
  • Anlaşılır bir dille, anı, makale, öykü ve romanlar yazmıştır.
  • Anıları ve CHP roman yarışmasında (1942) üçüncü olan Fehim Bey ve Biz adlı romanı önemli eserleridir.
  • Eserleri:
  • Anı: Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları, Geçmiş Zaman Köşkleri, İstanbul ve Pierre Loti
  • Roman: Fehim Bey ve Biz

12 Aralık 2013 Perşembe

ESKİCİ VE OĞULLARI ROMAN ÖZETİ-ESKİCİ VE OĞULLARI ROMANININ ÖZETİ-ESKİCİ VE OĞULLARI ORHAN KEMAL KİTAP ÖZETİ

ESKİCİ VE OĞULLARI ROMAN ÖZETi,ESKİCİ VE OĞULLARI ROMANININ ÖZETİ,ESKİCİ VE OĞULLARI ORHAN KEMAL KİTAP ÖZETİ,eskici ve oğulları romanı,eskici ve oğulları romanının kahramanları,eskici ve oğulları romanının konusu
 
Topal Eskici,
Trablus’ta savaşırken sol bacağını kaybeder. Kendisi gençliğinde kundura tamirciliği ve demircilik öğrenmiştir. Kurtuluş Savaşı bittikten sonra bir süre eskicilik yapar. İşleri gayet iyidir. Bir zaman sonra kunduracılık üzerine işler tasarlar. Bunun üzerine Çukurova’nın zengin köylerinden birine göçer. Eskicilikten bıkmıştır. Taşındığı köyde demir araçların onarımıyla uğraşacaktır. İşler bir süre iyi gider. Ancak İkinci Dünya Savaşı bitip de renk renk, biçim biçim traktörler ülkeye ve Çukurova'ya gelmeye başlayınca Topal’ın işleri bozulur. Memleket ziraatinin işi bundan böyle Amerikan makineleriyle görülecekti. Orta Çağdan kalma köhne demirci dükkanlarına artık ihtiyaçları yoktu köylünün. Sonunda köyle ilişiğini keser kentin yolunu tutar. Kent hızlı bir biçimde değişmektedir. Yeni apartmanlar, oteller, asfalt yollar…Ve Topal burada yeniden eskiciliğe başlar. 

Büyük oğlunun çalıştığı fabrika işi paydos edince ve büyük oğlu üç çocuğuyla ortada kalır. Geçim derdi büyük bir yüktür, geçinmek adamakıllı güçleşir. Baba ve iki oğul küçük eskici dükkanında çalışmaktadır; ancak bu küçük dükkan dokuz boğazı beslemiyordur. Bu yüzden Topal, ara sıra küçük oğlu Ali'ye büyük oğlu Memet'in yeni bir iş bulması gerektiğini söylediği bir sırada büyük oğul bu lafları işitir.

Babasının küfürlerinden ve başının çaresine baksın sözlerinden bıkan büyük oğul tohumlu pamuk toplamaya karar verir. Küçük oğul da katılır ona. Oradan kazanacakları paraları düşlemeye başlar. İyi bir paa kazanıp kışın ağasıyla kendi hesaplarına açsalar eskici dükkanını… Hiç olmazsa vara yoğa bağırıp çağırması, pis pis küfürleriyle babası yoktur başlarında. İki kardeş, güle oynaya, çalışır akşamları da sazlı sözlü eğlenirler. Dükkanda kapanıp kalmak zorunda değildirler. Haftada bir iki gün kafaları çekseler, geri kalan günlerde sinemaya, tiyatroya gider; vakit geçirirler.


Madem eskicilik fosladı, işi ısmarıççılığa, toptancılığa dökerler. Dükkanım var makinem var, kalıplarım her bir şeyim tamam.Eksik olan sermaye mi? diye düşünen Topal Eskici, oğullarıyla birlikte pamuk toplamaya giderse, hep birlikte çalışarak istedikleri sermayeyi sağlayabilaceklerine inanır. Böylece Çukurova'da pamuk (kütlü) toplamaya hazırlanırlar.


Bir sabah boyaları dökük bir kamyon gelir; bütün mahalle kapılara, pencerelere dökülmüştür. Ailenin kızı Zeliha ise bu gidişi hiç istememektedir. Ancak kamyoncunun muavini Ünal'ı görünce hemen içinden bir şey akar ona karşı. Ünal da Çukurova'ya varınca ustasıyla kavga eder ve eskicinin ailesiyle beraber kalmaya ve pamuk toplamaya başlar. Dokuz kişilik aile pamuk toplamak için yola düşer. Çukurova'ya varır varmaz çadırlarını (alaçıklarını) kurarlar. Çukurova sarı sıcak, sivri sinekler… Hepsi sıtmaya yakalanır. Önce Topal başlar şikayete. Kötü çalışma koşulları, yoksulluk, sıtma aileyi birbirine düşürür:Topal karısı ve kızıyla ve tabi ki yanlarındaki Ünal'la doğru düzgün kütlü toplamadan evlerine dönerler.


İki oğul güçleri yettiğince dayanırlar. İşin acemisi olduklarından fazla pamuk toplayamazlar. Topladıkları pamuk aldıkları avansın ancak yarısını karşılar. Şimdi ne yapacaklardı? Şehre birkaç kuruş parayla dönüp tekerlekli dükkan açmaktan geçmiş, borçlarını nasıl ödeyeceklerini, bu işin içinden nasıl çıkacaklarını düşünüyorlardı. Bu sıralarda pamuk toplamak için başka insanlar da gelir. Bunların arasında Zeynep isimli bir kıza karşı Ali'nin gönlü kayar.


Bundan böyle küçük oğlu da bugün bulduğunu bugün yiyordu. Sonunda küçük oğul da büyük oğul ve ailesi de, hasta, bitik, nerdeyse ölüm döşeğinde, Zeynep ile birlikte kente dönerler. Topal’ın babalık duyguları coşar, varını yoğunu çocukları için harcar. Eskici dükkanını olduğu gibi devredip borçlarını öderler. El elde, baş başta kalmıştır. Dokuz kişiye ekmek yediremeyen eskici dükkanı da elden gitmişti.

7 Aralık 2013 Cumartesi

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI-METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI KONU ANLATIMI-METİNLER NASIL SINIFLANDIRILIR?SINIFLANDIRMA İLKELERİ

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI,METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI KONU ANLATIMI,METİNLER NASIL SINIFLANDIRILIR,METİNLERİN SINIFLANDIRMA İLKELERİ 
METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI
Metinler; gerçeklikle ilişkileri, işlevleri ve yazılış amaçları bakımından sınıflara ayrılır. Bu bakımdan metinler, sanat (edebi metinler) metinleri ve öğretici metinler olmak üzere işlevleri bakımından iki grupta incelenir.

Sanat metinlerinde (edebi metinlerde) yan anlam değeri taşıyan ve onu okuyan kişinin kültürüne, anlayışına, sezgisine bırakılan ifadelere yer verildiğini, mecazlı ifadeler kullanıldığını böylece anlatıma çağrışım ve duygu değeri kazandırarak okuyucunun metinden yeni ve farklı anlamlar çıkarabildiğini görüyoruz. Sanat metinlerinde gerçekliğin yazar tarafından dönüştürülmesi söz konusudur. 

Öğretici metinler ise bilgi vermek maksadıyla yazılır. Öğretici metinler günlük hayatın gerçeklerini, tarihi olayları, felsefi düşünceleri ve bilimsel gerçekleri anlatan metinlerdir. Öğretici metinler genelde kelimelerin ilk anlamlarıyla oluşturulduklarından, yani kelimeler gerçek anlamlarıyla kullanıldıklarından bu metinler; okuyucuda aynı izlenimi bırakır, farklı anlaşılmalara meydan vermez.


Sınıflandırma ve adlandırma "nesneleri" tanıdık hale sokar ve  onlara anlam ve önem kazandırır.
 
Sınıflandırmada dikkate alınması gereken kurallar şunlardır:
a. Sınıfları ayıklamak ya da gruplandırmak için her basamakta yalnızca 
bir tek ilke kullanılabilir.
b.  Sınıflama ya da bölmenin basamaklarında hiçbir grup ya da sınıfın atlanmamış olmasına dikkat edilmelidir.
c. Hiçbir ara adım unutulmamalıdır.

4 Aralık 2013 Çarşamba

DANİŞMEDNÂME-DANİŞMENTNAME-DANİŞMENTNAME NEDİR?DANİŞMENTNAME HANGİ EDEBİ DÖNEME AİTTİR?

DANİŞMEDNÂME-DANİŞMENTNAME-DANİŞMENTNAME NEDİR?DANİŞMENTNAME HANGİ EDEBİ DÖNEME AİTTİR,DANİŞMENDNAME HANGİ DEVLETE AİTTİR
DANİŞMEDNÂME-DANİŞMENTNAME-DANİŞMENTNAME NEDİR?DANİŞMENTNAME HANGİ EDEBİ DÖNEME AİTTİR?
"Danişmendnâme", Melik Danişmend Ahmet Gâzi'nin Anadolu'da müslüman olmayan topluluklara karşı yaptığı savaşları destansı bir biçimde konu edinen eserdir. Melik Danişmend Ahmet Gâzi'nin Battal Gâzi'nin soyundan geldiğine inanılmaktadır. 

Melik Danişmend Ahmet Gâzi, Danişmendlilerin hükümdarlarındandır. Kendisinin giriştiği mücadelelerle Anadolu coğrafyasında Battal Gâzi gibi efsanevî bir kimliğe bürünmüştür. Onun kahramanlıklarını ve savaşlarını anlatan bu hikayeler sözlü gelenek içinde oluşmuş daha sonraları yazıya aktarılmıştır.

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATINDA OLAY ÇEVREİNDE GELİŞEN EDEBİ METİNLER

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESİnDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATINDA OLAY ÇEVREsİNDE GELİŞEN EDEBİ METİNLER,İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESİnDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATINDA OLAY ÇEVREsİNDE GELİŞEN EDEBİ METİNLER Battalnâme, Danişmendnâme ve Saltuknâme

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESİDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATINDA OLAY ÇEVREİNDE GELİŞEN EDEBİ METİNLER
Bu dönemdeki olay çevresinde gelişen edebi metinlerden olan anlatmaya bağlı metinler mesneviler ve destansı hikayelerdir

Bu dönemdeki destansı hikayeleri İslamiyet öncesi Türk Edebiyatı Döneminde oluşturulan destanlardan ayıran en önemli fark, bu destansı hikayelerin Türk dili ile oluşturulması ve yazıya geçirilmesidir.

XIII. ve XIV. yüzyıllarda Anadolu'da fetih ve gaza kavramları hayatın merkezine yerleşmiştir. Bu kavramlar; Battalnâme, Danişmendnâme ve Saltuknâme gibi eserlerin temasını oluşturur.

1 Aralık 2013 Pazar

ANLATIMDA SINIRLANDIRMA-ANLATIMDA SINIRLANDIRMA NEDİR?ANLATIMDA SINIRLANDIRMA NASIL YAPILIR?

ANLATIMDA SINIRLANDIRMA,ANLATIMDA SINIRLANDIRMA NEDİR,ANLATIMDA SINIRLANDIRMA NASIL YAPILIR,sınırlandırma nedir,anlatımda sınırlandırma konu anlatımı,anlatımda sınırlandırma niçin yapılır,anlatımda sınırlandırma neden yapılır
ANLATIMDA SINIRLANDIRMA
Anlatımda belirsizliğin giderilmesi için konu, anlatıcı tarafından sınırlandırılmalıdır. Anlatımı sınırlandırmak aynı zamanda anlatımın etkili ve amacına ulaşabilir nitelikte olmasını sağlamaktadır. Anlatımda sınırlandırma yapmak, anlatıma bir çerçeve çizmek ve ona bir hudut koymaktır. Sınırlandırılmamış bir anlatım hem anlatıcıyı hem de okuyucuyu boş yere yorar. Çünkü sınırlandırılmamış bir anlatım, okurun ilgisini dağıtır ve okurla metin yani yazar arasındaki iletişimi zayıflatır. 

Anlatımda konuyu sınırlandırırken bazı hususlara dikkat edilmelidir:
* Okuyucu kitlesinin sosyal, kültürel ve ekonomik özellikleri
* Anlatılacak olan konunun hangi tarafına ağırlık verileceğinin belirlenmesi
* Kaynakların tespit edilmesi
* Anlatımın uzunluk-kısalığı
* Anlatımın süresi
* Anlatımın türü ve planı

30 Kasım 2013 Cumartesi

ANLATIMIN OLUŞUMU-ANLATIMIN OLUŞUMU KONU ANLATIMI-ANLATIMIN OLUŞUMU NASILDIR?BAĞLAŞIKLIK-BAĞDAŞIKLIK-ALIŞILMIŞ BAĞDAŞTIRMA-ALIŞILMAMIŞ BAĞDAŞTIRMA

ANLATIMIN OLUŞUMU,ANLATIMIN OLUŞUMU KONU ANLATIMI,ANLATIMIN OLUŞUMU NASILDIR,BAĞLAŞIKLIK,BAĞDAŞIKLIK,bağlam nedir,ALIŞILMIŞ BAĞDAŞTIRMA,ALIŞILMAMIŞ BAĞDAŞTIRMA,bir anlatım nasıl oluşur

ANLATIMIN OLUŞUMU,ANLATIMIN OLUŞUMU KONU ANLATIMI

Paragraflar halinde verilen bir metinde anlatımın oluşumu şu adımlardan geçmelidir:
1- Söyleneceklerin tespit edilmesi
2- Yazının iskeletini oluşturma
3- Yazıya başlama
4- Yazıya giriş

Bağlaşıklık nedir?
Bir metindeki eklerin, kelime ve kelime gruplarının dil bilgisi kurallarına uygun bir biçimde yan yana getirilmesine bağlaşıklık denmektedir.

Bağdaşıklık nedir?
Bir cümleyi oluşturan kelime ve kelime gruplarının ifade ettikleri durumlar ve özellikler arasındaki anlam bağlantılarına bağdaşıklık denmektedir.

Bağdaştırma nedir?
Birden fazla kelime veya kelime grubunun yan yana gelerek yeni bir anlam meydana getirmesine bağdaştırma denmektedir. Bağdaştırma ikiye ayrılır:
Alışılmış bağdaştırma: Herkesin rahatlıkla anlayabildiği ve kullanabildiği bağdaştırmalardır.
Alışılmamış bağdaştırma: Herkesin rahatlıkla anlayamadığı, ilk bakışta yadırganan, anlam derinliğine inerek çözümlenebilen bağdaştırmadır.

Bağlam nedir?
Bir metindeki kelime, kelime grubu ya da cümlenin metindeki yerine göre farklı anlamlar kazanmasına bağlam denmektedir.


28 Kasım 2013 Perşembe

ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM-ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM NEDİR?ÖYKÜLEYİCİ ANLATIMIN ÖZELLİKLERİ

ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM,ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM NEDİR,ÖYKÜLEYİCİ ANLATIMIN ÖZELLİKLERİ,öyküleyici anlatımın ilkeleri,öyküleyici anlatım hangi türlerde kullanılır,öyküleyici anlatımın kullanıldığı türler

ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM

Olayların belirli bir zaman sırasına göre anlatılmasına öyküleme (hikaye etme) denir. Bu anlatım biçiminde yazar, okuru bir olay içerisinde yaşatmak ister. Su sebeple de okurda merak uyandırmak, okuru anlattıklarının gerçek olduğuna inandırmak durumundadır. Olaylar bir dizi şeklinde verilir. Öyküde yaşanmış ya da kurgulanmış olaylar anlatılabilir. Bu anlatımda yer, zaman, kişi kadrosu ve olay temel ögelerdir. Bu anlatım çeşidi öykü, roman, biyografi (yaşam öyküsü), otobiyografi (öz yaşam öyküsü), anı, gezi yazısı gibi türlerde kullanılabilir. Öyküleme birkaç şekilde yapılabilir:
a) Açıklayıcı öyküleme: Bilgi vermenin amaçlandığı öykülemelerdir. Yemek tarifleri...
b) Sanatsal öyküleme: Edebî türlerde kullanılan öykülemelerdir. Roman, öykü gibi türlerde görülür.
c) Yardımcı öyküleme: Fikrî bir metinde bir anı anlatmak, bir olay aktarmak gibi maksatlarla başvurulan anlatım biçimidir. Herhangi bir konuya örnekle girmek vs. sayılabilir. 

25 Kasım 2013 Pazartesi

KARLAR ÜLKESİ İZLE-FROZEN İZLE-KARLAR ÜLKESİ (FROZEN) İZLE-KARLAR ÜLKESİ DİSNEY

KARLAR ÜLKESİ İZLE,FROZEN İZLE,KARLAR ÜLKESİ (FROZEN) İZLE,KARLAR ÜLKESİ DİSNEY,frozen izle,frozen disney izle,disneyden karlar ülkesi,disneyden karlar ülkesi izle,disney karlar ülkesi izleyin,The Snow Queen,Hans Christian Andersen The Snow Queen,Hans Christian Andersen

Disney'in yeni yapımı animasyon filmi
"Karlar Ülkesi"        17 Ocak 2014'te seyircileri ile buluşuyor. Animasyon filminin yönetmenliğini Chris Buck ve Jennifer Lee üstlenirken, ana karakterleri seslendiren isimler Kristen Bell ve Jonathan Groff. Amerikan yapımı film 1 saat 42 dakika sürüyor.

Filmde Anna, Karlar Kraliçesi, Kristoff en önemli kahramanlar olarak öne  çıkıyor.

Film, ünlü yazar Hans Christian Andersen'in "The Snow Queen"  adlı eserinden esinlenilerek beyaz perdeye aktarılmıştır.

Toprak Ana, Cengiz Aytmatov

Roman, Tolunay ile Savankul’un tanışmasına kadar giden olayların anlatılması ile başlamaktadır. Romanın asıl karakteri olan Tolunay, saf, temiz ve ailesine düşkün bir kadındır. Savankul ise kendi çapında uğraşan, mütevazi, cömert, çalışkan, çocuklarını iyi yetişmesini arzulayan fedakar bir babadır.
Tolunay, hasat zamanı Savankul’la ilk karşılaştığında henüz on yedisindeydi. Savankul omuzlarına attığı yırtık bir elbise ile dolaşırdı. Ekinleri öyle rahat, öyle dipten biçerdi ki sadece orağının çınlaması, bir de düşen başakların hışırtısı duyulurdu. Savankul’un da hızlı biçici olduğu söylenirdi ama Tolunay’ın yanında yaya kalırdı. Çalışmaya başlayan ilk onlar olurdu. Gün doğarken tarlaya beraber giderlerdi. Böylece yaz sabahları doğan güneşle birlikte doğdu aşkları.

Bir gece ay ışığında ekin biçmeye kalmışlardı ve o gecenin sabahı, tarlanın ucunda Savankul’un ceketinin üstünde uyandılar. O geceden sonra hiç ayrılmadılar. Arka arkaya olan üç tane oğulları en büyük sevinçleri oldu. Kasım, Muslubeg ve Caynak. Aralarından sadece Kasım evlendi. Kasım’ın eşi Aliman pırıl pırıl bir dağ kızıydı. Tolunay da çok sevmişdi Alima’nı.
Tolunay ve Aliman’ın tarlada yan yana çalıştıkları bir gün halkın toplandığını gördüler. Koşarak oraya gittiler ve vardıklarında Kasım Tolunay’a sarılarak, savaşın çıktığını söyledi. O andan itibaren savaşta yaşanılan yeni bir hayat başladı. Köyün erkekleri birer birer cepheye çağrılmaya başladı. Tolunay biliyordu ki bir gün onun yiğitlerine de sıra gelecekti. Evlerde yolu beklenen en önemli kişi postacı olmuştu.
Kasım ayını geçirdikten sonra, öğretmen olmak için okumaya giden Muslubeg’den mektup geldi. Muslubeg, arkadaşlarıyla birlikte kendisinin de askere çağrıldığını yazıyordu. Kış ortasına oğullarından mektup alabilen Tolunay’ın içi rahattı. Ama bir gün Kasım’dan bir mektup geldi. Bu mektupta cepheye gidecekleri yazıyordu. Üstelik Savankul da durmadan Askerlik Şubesine çağrılıyordu. Tolunay onu hiç çağırmayacaklarını sanıyordu ama bir gün onu da çağırdılar. Oğullarının ikisinden sonra kocası da askere gidiyordu. Üstelik hepsi de cephede çarpışacaktı.
Tolunay, Savankul’u askere giderken dağyoluna kadar geçirdi. Sonra da durmadan arkasına bakarak, hıçkırarak eve döndü. Ama vakit geçirmeden işlerinin başına geçti. Köyde sadece yaşlılar, sakatlar, çocuklar ve kadınlar kalmıştı. Elde ettikleri her şeyi cepheye yolluyorlardı. Ellerinde kalan tekerleksiz kağnılarla, kırık sabanlarla iş görüyorlardı.
İki aydır Kasım’dan haber alamıyorlardı. Tolunay’la Aliman gözlerini birbirinden kaçırıyorlar, düşündüklerini açığa vurmaktan çekiniyorlardı. Tolunay bir sabah atların nallanması için yola koyuldu. Elinde bir telgrafla Usanbay yanına yaklaştı. Telgrafta Muslubeg’in istasyondan geçeceğini bildiriyordu. İstasyona gitmek üzere hemen yola koyuldular. Tolunay, Aliman’la nefes nefese istasyona gidip Muslubeg’in trenini beklemeye başladı. Öğlen, bir düdük sesi ile heyecandan titremeye başladılar. Ama tren geldi ve gitti. Ellerindeki bir kuşu kaçırmış gibi oldukları yerde kalakaldılar. Bu Muslubeg’in treni değildi. Gece yarısı yer yine titremeye başladı. Bu sefer gelen koca trende kimsecikler yoktu. Parçalanmış, kapıları sökülmüştü. Meğerse bombalanmış ve tamire gidin bir trenmiş. Umutla beklemeye devam ettiler. Raylar yine titremeye başladı işaret flamaları taşıyan bir adam yanlarına yaklaştı ve yaklaşmamalarını, trenin durmayacağını söyledi. O sırada bir ses duydular. Muslubeg vagondan sarkmış el sallıyordu. Vagonun arkasından uzun süre koştular. Son vagon da kaybolduktan sonra Aliman Tolunay’a bir asker kasketi uzatarak “Al ana,  bunu Muslubeg sana attı.” dedi. Tolunay o günü şöyle anlatır: “Evin bir duvarında hala asılıdır o kasket. Bazen oğlumun kokusunu duymak için yüzümü içine gömerim. Dilerim başka hiçbir ana başını raylara, vagon kapılarına vurmasın benim gibi.”
Savaşın pençesine düşmüş tek insan Tolunay da değildi tabii, Gazete geldiğinde, ölüm ilanları okunduğunda, köyde en azından iki-üç evden ağıt sesleri yükselirdi.
En küçük oğulları Caynak birgün, evdeki onarılacak ne varsa onarmış, tüm işleri bitirmişti. Halinde bir gariplik vardı. Gönüllü olarak askere yazılmıştı. Haber vermede cepheye gittiği için ve kendisini bağışlamaları bildiren bir mektup bırakmıştı. O zaman daha on sekiz yaşındaydı. Caynak’a böyle ayrılmak daha kolay gelmişti.
Bir gün tarlada çalışırlarken köyden bir ihtiyar yanlarına geldi, Tolunay’a “Seni çağırıyorlar” dedi. Tolunay’ın içini korkunç bir huzursuzluk kapladı. Etraflarını kalabalık sardı. Elini tutarak “cesur ol Tolunay cesur ol” dediler. “Sevgili atmacalarımızı yitirdik. Savankul da Kasım da ölmüşler”. Tolunay’ın başı dönmeye başlamıştı. Aliman’ın da “Ana biz artık duluz ana. Günlerimiz karardı” diye çığlıkları yankılanıyordu. Tolunay, hem kocasını hem oğlunu kaybetmişti. Aliman da daha gençliklerinin baharında kocasını kaybetmişti.
Savaşın üçüncü ve dördüncü yılları, yeni üzüntülerin yanı sıra sevinçler de getirdi. Düşman geri çekiliyordu, ama dertler bitmek bilmiyordu. Kış ortasında açlık başladı. Bazı aileler yabani kökleri, otları suyla kaynatıyor, renk versin diye de içine birkaç damla süt katıp onu içerek karnını doyurmaya çalışıyorlardı. Şiş karınlı, soluk benizli çocukların bir parça yiyecek için kapı kapı dilendikleri görülüyordu.
Birgün Tolunay, Savankul’un diktiği ihtiyar elma ağacının açtığı çiçekleri seyrederken postacının yaklaştığını gördü. Muslubeg’den gelen mektubu titreyen parmaklarıyla açtı, okumaya başladı: “Sevgili anacığım zaman geçecek, bir gün beni anlayacaksın. Doğru olanı yapıyorum, sende hak vereceksin bana. Savaş hepimiz için, bütün insanlar için bir yıkımdır. Bu canavarı parçalamak, yok etmek için kanımızı, canımızı vermemiz gerekiyor. Askeri bir kahraman olmayı aklımdan bile geçirmedim. Öğretmen olmayı nasıl da isterdim. Tebeşir yerine tüfek verdiler elime, asker oldum. Bir saat sonra ülkem için göreve gideceğim. Canlı döneceğimi sanmıyorum. Bu son mektubum, bunlar son sözlerim. Oğlun, Teğmen Muslubeg Savankulov.” Bahçeye bir sürü insan toplanmıştı. Tolunay, ortanca oğlu Muslunbeg’i kaybettiğini de böylece öğrenmişti. Ondan geriye ise sadece kasketi kalmıştı.
Zaferin kazanıldığı bahar Tolunay için unutulmazdı. O, bundan büyük mutluluk, bundan büyük acı duymamıştı. Askerler geliyordu, halk onları karşılamak için yollara dökülmüştü. Bir asker göründü. Kalabalığın ön sıralarındaki yalınayak bir kız, ansızın çığlığı bastı: “Ağabeyim bu ağabeyim” diye. Köye birçok asker döneceğini beklerlerken sadece bir asker dönmüştü. Tüm halk koşarak onu karşıladı.
Hayat devam ediyordu. İşler iyiye gitmeye başlamıştı artık, yaşamak biraz daha kolaylaşmıştı. Savaşın anıları, acı izleri insanların içlerinden yavaş yavaş siliniyordu. Ama hayat Tolunay ve Aliman için o kadar kolay değildi. Erkeklerini kaybetmişlerdi. Tolunay, Aliman’a istediği zaman gidebileceğini, hayatının baharındayken tekrar evlenebileceğini çıtlakmak istediğinde, Aliman sert çıktı ve beraber yaşamaya devam ettiler. Bir ara Aliman dereye su getirmeye gitmeye başlamıştı. Oysa bahçedeki kuyuda yeterli su vardı. Meğerse Aliman, sürüsünü otlatmak için gelen bir çobana kaptırmıştı gönlünü. Tolunay ona kızamadı. Aliman, bir gün yine dereye su getirmeye gitti. Ama bu sefer çok geç kalmıştı. Herkes uykuya dalmıştı, kapı aralandı. Aliman‘ın elbisesinin düğmeleri kopmuş bir halde geldi. Ayakta zor duruyordu, sarhoştu. Gebe olduğunu öğrenmeleri ise çok zaman almadı. Komşu köye gidip çobanı buldular. Ama çoban, vefasız ve evli çıktı. Çocuğu ve Aliman’ı kabul etmedi. Tolunay bebeği torunu olarak kabul etmişti. Aliman ise utancından iyice içine kapanmış, kimselerin yüzüne bakamaz olmuştu. Tolunay bir gece uyandığında Aliman’ı yatağında bulamadı. Birden Aliman’ın çığlıklarını duydu. Utancından ahırda kendi kendine doğum yapmaya çalışıyordu. Doğumu için ona yardım etmeye çalıştı, ama bebek bir türlü doğmuyordu. Doktor için hemen yola koyuldular. Yolda Tolunay’ın yardımı ile çocuk doğdu. Ama Aliman öldü. Tolunay ıslak bebeği yeleğine sardı. Bu olayla savaş son kez hatırlattı kendini Tolunay’a. Bebeğe köyden Curubeg dedenin gelini süt verdi ve bebek yaşadı.
Romanın sonu Tolunay’ın bir ana olarak özdeşleştirildiği toprakla dertleşmesi ile bitmektedir. Tolunay, toprağa “Savankul’un Kasım’ın, Muslubeg’in, Caynak’ın, Aliman’ın anıları önünde eğiliyorum bugün. Yaşadıkça hatırlayacağım onları. Vakti gelince Canbolat’a da anlatacağım her şeyi” diyordu.

Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman


Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman. Eser, dönem olarak 1’nci Dünya Savaşının sonları  ve Kurtuluş Mücadelemizin ilk yıllarından  başlamaktadır. Detaylı olarak Kütahya-Eskişehir Savaşını, Sakarya Savaşını,  Büyük Taarruzu ve sonrasını ele almaktadır.
    Kişilerin büyük çoğunluğu gerçek kişilerdir, konuşmaların ve olayların çoğunluğu kaydedilmiş ve aktarılmış gerçek konuşmalardır.
    Mustafa Kemal Paşa, kongre yapmak ve Kurtuluş’u şekillendirmek üzere, Erzurum' a gelişinden beş gün sonra, 8/9 Temmuz 1919'da, “Sine-i millette bir ferd-i mücahit (milletin bağrında bir mücahit kişi) olarak çalışmak üzere" çok sevdiği askerlik mesleğinden ve görevinden istifa eder. Artık milletin bir bireyi olarak; milletten kuvvet, kudret ve ilham alarak tarihi görevine devam edecektir. Daha sonra, 23 Nisan 1920’de TBMM Başkanı seçilecek ve sadece bu sıfatı olacaktır. Halbuki, dost ve düşmanın kabul ettiği gibi, Kurtuluş’u planlayan ve yürüten güç O’dur.

    Rütbesi olmayan Mustafa Kemal’e, orduyu tam yetkiyle idare etmek ve geliştirmek üzere, sonradan uzatılan üç aylık bir dönem için, 5 Ağustos 1921 günü TBMM gizli birleşiminde, Meclis yetkilerini kullanması kaydıyla, Başkomutanlık yetkisi verilir.   Üç ay süreyle Başkomutan seçilen ve Meclis'in yetkilerini kullanması kabul edilen Mustafa Kemal, milletin maddi kaynaklarını savaşın emrine verebilmek için çıkardığı 10 maddelik Tekalif-i Milliye (Milli Yükümlülük) emirlerinin altısını 7 Ağustos 1921’de yayımlar.
     “Topyekun Harp” başlar. Millet her şeyini seferber ediyordu. Ordu kuruluyor ve geliştiriliyordu. Bir Millet, varlığı ve hürriyeti için her şeyini ortaya koyuyordu. Bu savaş, Mustafa Kemal'in öteden beri gördüğü gibi topyekun bir savaştı: “Harp, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla ve ellerindeki her şeyle, bütün elde tutulur ve tutulmaz güçleriyle birbirleriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Bundan dolayı, bütün Türk milletini, cephede bulunan ordu kadar fikren, hissen ve fiilen ilgilendirmeliydim. Milletin her ferdi, yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, köyde evinde, tarlasında bulunan herkes, silahla vuruşan savaşçı gibi kendini ödev almış hissederek, bütün varlığını mücadeleye verecekti.”
    Bu gerçeği yıllarca sonra keşfetmiş olan Churchill, Mustafa Kemal'in elinde yeteri kadar deve ve öküz bulunmadığı için, taşıt işlerinde cephedeki erlerin karılarından ve kızlarından nasıl yararlandığını anlatır. Kadınların seferber edilmesi milli duygunun geliştirilmesinde büyük bir rol oynamış; asker, sivil herkesin topyekün gayret göstermesi ihtiyacını iyice belirtmişti. Sivas, Erzurum, Diyarbakır ve Trabzon gibi dağınık, merkezlerden toplanan silahlar, saman yığınlarının altına yüklenerek kağnılarla taşınıyordu. Şalvarlı, dolaklı köylü kadınları da Sümerler zamanındaki gibi, gıcırtılı sesler çıkaran kağnılarını sürerek saatte ancak beş kilometre hızla, dağ tepe demeden yüzlerce kilometrelik yolları aşıyor, cepheye doğru ilerliyorlardı. Çoğu, emzikteki çocuklarını, sıkıca sırtlarına bağlamışlardı. Top mermilerini, halat kulplu cephane sandıklarını, kucaklarında taşıyarak arabalara yükleyip indiriyor, iki omuzlarına birer gülle yüklüyor, çok kez tapaları bozulmasın ya da ıslanmasın diye, çocuklarını açıkta bırakmayı bile göze alarak, üzerlerini örtüyle kapatıyorlardı. Tekerleklerin kırılıp kağnının yolda kaldığı da oluyordu. Evlerinde kalanlar at, hayvan ve araçlara el konmuş olmasına bakmadan, çapa çapalıyor, tohum ekiyor, ekin biçiyor, orduya yiyecek yetiştiriyorlardı.
    Refet Paşa, Milli Müdafaa Vekilliğine geçmiş, bütün enerjisi ve buluşlarıyla çalışmaya başlamıştı. Öküz arabasıyla yapılan taşımayı, yeni bir menzil sistemi kurarak daha hızlı hale getirdi. Artık köylülerin alışık oldukları gibi her kasabaya gelince araba değiştirecek yerde, belirli yerlerde öküzler değiştiriliyor ve taşıtlar, doğruca savaş alanına kadar gelebiliyordu. Kilimlerden askerlere kaput, gaz tenekelerinden ilaç kutusu yaptırdı. Un bulunmazsa, köylülere, değirmenleri tamir edilinceye kadar, buğdayı kaynatarak ya da havanda döverek yemelerini söyledi. Çorak yaylada odun bulunmadığından, ahşap evleri yıktırıp, tahtalarını lokomotiflerde yakıt olarak kullandı.             
    Saban demirlerinden kılıç yapılıyordu. Ankara'daki demiryolları atölyesi süngü ve hançer fabrikası haline sokulmuştu. Bir tek bozuk silah kalmaması için her yerde tamir atölyeleri kurulmuştu. Refet Paşa yurdun en ücra köşelerinden bile orduya asker topluyordu. Halk, minarelerden askere yazılmaya çağrılıyordu. Orduya katılmak isteyenler çoğu kez haydutların kasıp kavurduğu yerlerden geçerek; yüzlerce kilometre yaya yürümek zorundaydılar. Geldikleri zaman da kendilerine verilecek silah bulunmadığı olurdu. Bu erlere, cepheye giderken, düşmandan başka, yaralı ve ölülerin silahlarını almaları söylenirdi. Bu arada askerden kaçanlar yakalanıp şiddetli cezalara çarptırılıyor, silah altına yeni sınıflar alınıyor; Adana bölgesinden, Doğu illerinden, Karadeniz' den ve daha başka uzak yerlerden takviyeler getiriliyordu.
    Türklerin, kendilerini bekleyen önemli savaşa hazırlanmak için ancak üç hafta kadar vakitleri vardı. Ankara, bu haftaları endişe içinde geçirdi. Sivillerin morali adamakıllı çökmüştü. Varlıklı eşraf ve tüccarlar, yanlarına ailelerini ve servetlerini alarak Kayseri'ye göç ettiler. Daha başka kimseler de göç hazırlığına girişti, hatta resmi görevi olanlar bile. Şehir, asker kaçaklarıyla, boş gezenlerle dolmuştu; Yunanlıların çok yakına geldikleri söyleniyordu; kimsede güven kalmamıştı. Kadınlar, çarşafları sırtlarında, yola çıkmaya hazır, sabırla bekliyorlardı. Evlerini, barklarını bırakıp göç etmek zorunda kalacaklar mıydı acaba?
    Mustafa Kemal de, Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Paşa ile birlikte cepheye hareket etti. Karargâhını Ankara'nın seksen kilometre kadar güneybatısında, demiryolu üzerindeki Polatlı'da kurmuştu. Buraya varınca, atıyla, çevreye hakim bir tepe olan Karadağ'a çıktı; attan inerek düşmanın izlemesi muhtemel olan hücum yönünü görmek istedi. Tekrar atına binerken bir sigara yaktı. Hayvan, kibritin alevinden ürkerek geri tepince, Mustafa Kemal şiddetle yere düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı; bir an için, ciğerlerini sıkıştırarak, nefes almasına ve konuşmasına engel oldu. Yanındaki doktor, kendisini ciddi şekilde uyardı: “Devam ederseniz hayatınız tehlikeye girer !”
    Mustafa Kemal: “Savaş bitsin, o zaman iyileşirim.”  diye yanıt verdi.
    Tedavi için Ankara'ya döndü. Fakat yirmi dört saat sonra yine cephedeydi. Yarası ona acı veriyordu; güçlükle yürüyebiliyor, çok kez bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu…
    Halide Edip bazen bu toplantılarda Mustafa Kemal'i bir roman yazarına benzetirdi. O da sanki heyecanlı bir konu üzerinde çalışıyor gibiydi. Bu romanın ana konusu savaştı, harita üstündeki iğneler de kahramanları. Her birinin özellikleri, genel plana uygun düşmeli ve hikayenin gelişmesine yardımcı olmalıydı. Mustafa Kemal, düşmanın kuvvetini de kendi birlikleri kadar yakından inceliyordu. Savaşın çok önemli bir anında alınan bir istihbarat raporunda, Yunanlıların kuvvetli bir yığınak yapmış oldukları, Türklerin tuttuğu mevziin savunulmasının güçleştiği ve bırakılması gerekeceği bildirilmişti. Mustafa Kemal hemen: “Bana Yunan birliklerinin hareketlerine dair geçen haftaki raporları getirin !” diye, emir verdi. Bu raporları bir daha gözden geçirdikten sonra: “Bizim istihbarat yanılıyor !“ dedi. “Yenilen biz değiliz, düşmandır !”
      Zaman zaman, taktik icabı, askerlik bilimine uygun olarak, geri çekilmeler de yapılıyordu. Hatta gereğinde Ankara bile boşaltılabilecekti. Ancak Başkomutan gereksiz ve çarpışılmadan geri çekilmeleri affetmiyordu.
    Sakarya Savaşı'nın 5. gününde, 27 Ağustos 1921 de, çarpışmalar şiddetini artırarak devam ediyordu. Cephenin sol ucundaki Güzelcekale'nin yüksek tepeleri Yunanlıların eline geçti. Türkler, sert bir savunma yaparak adım adım çekildi.
    Daha önceki günlerde bu yeni stratejiyi geliştiren Mustafa Kemal, Alagöz köyündeki karargahında Yusuf İzzet Paşa'ya, "Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Yurdun her karış toprağı, yurttaşın kanıyla ıslanmadıkça düşmana bırakılamaz. Her birlik, ilk durabildiği noktada düşmana karşı yeni bir cephe kurup savaşmayı devam ettirir..." dedi. Daha sonra da bu yeni stratejiyi orduya günlük emirler arasında yayınladı.
    Mustafa Kemal'in savunma hatları, kısım kısım kırılıyordu. Fakat derhal kırılan her kısım, en yakın bir mesafede yeniden tesis ettiriliyordu. Böylece Yunanlılar, her ne kadar toprak kazanıyorlarsa da, ilerlemeleri gayet yavaş oluyordu. On günlük bir savaş sonunda, topu topu on beş kilometrelik yer kazanmışlardı. Papulas'ın hücumda, Mustafa Kemal'in savunmada uyguladığı ilkeleri uygulamasına olanak yoktu. Türk hatlarında bir gedik açabilen bir Yunan birliği, durup komşu birliklerin de aynı hatta varmalarını bekliyor, bu da Türklere takviye alıp toparlanmak için vakit kazandırıyordu.
    Ancak Türklerin durumu yine de tehlikeliydi. Yunanlılar saldırıyı, merkeze doğru yöneltmişken, bir kere daha sola doğru kaydırdılar. Hala Türk ordusunu yandan çevirip Ankara'ya doğru yürümeye uğraşıyorlardı. Bu cephede bazı ilerlemeler kaydederek Türkleri mevzilerinden çekilmek zorunda bıraktılar. Türk Cephesi, şimdi kendi mihveri üzerinde dönmüştü. Artık kuzeyden güneye değil, doğudan batıya uzanıyordu. Öyle ki, doğu ucundaki Yunan kuvvetleri, Ankara'ya, batı ucundaki Türklerden daha yakındılar.
    Savunmanın başarısı ve dolayısıyla Ankara'nın korunması, Çal Dağ'ın elde tutulmasına bağlıydı. Türklerin esaslı iki savunma mevzii arasında, üç yüz metre yükseklikteki bu geniş ve uzun silsile, Ankara'ya ulaşan tren yoluna ve bütün savaş alanına hakim durumda bulunuyordu. Bir sürüngenin sırt kemikleri gibi girintili çıkıntılı olan Çal Dağ, üzerinde gizlenilmesi ve savunulması güç olan bir yerdi. Mustafa Kemal: “Çal Dağ'ı almadıkları sürece korkulacak bir şey yok !” diyordu. “Ancak, alacak olurlarsa, çok dikkatli davranmamız gerekecek. Çünkü kolayca Haymana'yı işgal edebilir ve bizi kapana kıstırabilirler !”
    Ankara'dakiler; Çal Dağ düşse de onun arkasında daha bir sürü tepe bulunduğunu düşünerek, kendilerini avutabiliyorlardı. İçlerinden biri: “Biz her tepede bu kadar ölü verdirdikten sonra, düşman buraya gelinceye kadar elinde bir avuç asker kalır. Onları da sopa ile döveriz!” demişti. Ama cephede herkes, durumun çok nazik olduğunu biliyordu.             
    Netice olarak vuruşmalar ve muharebeler kazanıldı. Churchill'in özetlediği gibi, “Yunanlılar, kendilerini öyle bir siyasi ve askeri duruma sokmuşlardı ki burada nihai zaferden başka her şey bir yenilgi demekti. Türkler içinse, nihai yenilgiden başka her şey bir zafer sayılabilirdi. Türklerin başındaki savaşçı başbuğ, bu durumun hiçbir yönünü gözünden kaçırmıyordu.”
    Mustafa Kemal şimdi Fevzi ve İsmet Paşaların önerisi üzerine, Meclis tarafından Müşirliğe (Mareşalliğe) yükseltilmiş, ayrıca kendisine Gazi unvanı verilmişti. Böylece artık rütbesi bulunan bir subay, bir Başkomutan olmuştu.
    19 Mayıs 1919’da başlayan, çok önceden planlanan ve hazırlıklarına girişilen ulusal direniş, yokluklara rağmen başarıyla bitirildi. 1919 yılı direnişin şekillenmesiyle, 1920 yılı ulusal gayretlerin düzene girmesiyle, 1921 yılı son darbeye hazırlık savaşlarıyla, 1922 yılı da bu son darbe için hazırlıklar ve kesin zaferle sona erdi.
    1923 yılı ise yeni devletin uluslararası ve ulusal planda şekillenmesi ile sürdü ve Cumhuriyetimiz ilan edildi.